Temmuz 11, 2025

Yapımcı ve senarist Birol Güven ile Sinema Atölyesi: (2)

Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürü yapımcı ve senarist Birol Güven, "Dünyanın her setinde aynı kamera kullanılıyor ama aynı film çekilmiyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürü yapımcı ve senarist Birol Güven, “Dünyanın her setinde aynı kamera kullanılıyor ama aynı film çekilmiyor. Yapay zeka da böyle bir şey. Belki aynı “prompt”ları yazacağız ama farklı filmler ortaya çıkacak. Bence yapay zeka içimizdeki derdi beyaz perdeye aktarmanın bir yolu olacak.” dedi.

“Çocuklar Duymasın”, “Seksenler”, “En son Babalar Duyar”, “Kadın İsterse” gibi sevilerek izlenilen dizilere imza atan yapımcı ve senarist Güven, AA Akademi koordinasyonunda, Anadolu Ajansı (AA) Dış ve Ekonomi Haberleri Yayın Müdürü Barışkan Ünal’ın moderatörlüğünde düzenlenen, AAtölye YouTube kanalında da yayınlanan Sinema Atölyesi’nde, Bakanlıktaki çalışmalarından Türk sinema ve dizi sektörüne birçok konuda soruları yanıtladı.

Güven, yeni bir mecra olarak birkaç dakikalık “dikey diziler”in ABD’de başladığını ve yakında dikey dizi festivalleri ve yarışmalarının başlayabileceğini kaydetti.

Ayrıca mini dizi sektörüne dikkati çeken Güven, “Fransa’nın Lille kentinde bir televizyon marketi var. Burada sadece mini diziler alınıp satılıyor, mini diziler festivali. Büyük ihtimal önümüzdeki yıl Türkiye’deki iyi mini dizileri oraya götürüp hem markete sunacağız hem yarıştıracağız, büyük ihtimal ödül de alırız.” diye konuştu.

Yapay zekayı işlevsel açıdan daha çok kameraya benzeten Güven, “Dünyanın her setinde aynı kamera kullanılıyor ama aynı film çekilmiyor. Yapay zeka da böyle bir şey. Belki aynı “prompt”ları yazacağız ama farklı filmler ortaya çıkacak. Bence yapay zeka içimizdeki derdi beyaz perdeye aktarmanın bir yolu olacak. Volkan Konak diyor ya “Herkesin bir derdi var durur içerisinde”. Belki de yapay zeka içimizdeki derdi alıp beyaz perdeye yansıtacak.” yorumunda bulundu.

Güven, yapay zekanın “en büyük tehlikesi”ni ise “Yapay zekayı kullanarak bir senarist senaryo yazabilir ama yapay zekayı kullanarak bir doktor da senaryo yazabilecek.” şeklinde değerlendirdi.

Söyleşinin ilgili bölümü şöyle:

“Sinema salonuna verelim uzaktan kumandayı ne olacak bakalım?”

Barışkan Ünal: Türk dizilerinin bu etkisinde insanların biraz da yavaş ve hafif şeyler izlemek istemesinden mi kaynaklanıyor? Amerikan yapımları, dijital ortamdaki diziler 40 dakikada çok şey anlatıyor ama işten yorgun gelip izlemeye çalıştığınızda müthiş odaklanma istiyor.

Birol Güven: Bizim ortalama seyircimiz dizileri biraz kulağıyla takip ediyor. O yüzden çok konuşuyoruz bir kere; çok konuşma, müzik hiç susmuyor. Melodram zaten biliyorsunuz melodisiyle arttırılmış bir hikaye var orada. Bir de temel meseleler tekrar edilir. Ben de yazarken çok tekrar yazıyordum. “Yani”yi çok kullanıyorum. Çünkü “migration (göç)” denen bir şey var; reklam arası verildiğinde seyirci başka bir kanala geçiyor. Sonra tekrar takip ettiği diziye dönüyor. Orada hikayeyi kaçırmaması gerekiyor.

Bir de dizi çok zordur sinemadan, daha zordur dizi yazmak. Sinemanın şöyle bir tarafı var. Bir adamı alıyorsunuz, karanlık bir odaya kapatıyorsunuz, kapıları kapatıyorsunuz, telefonlar kapanacak diyorsun, sonra da oturup seyrediyorsun. Burada işin kolay, bir hikaye anlatabilirsiniz. Televizyon öyle değil. Çocuğun ödevi var, telefonlar çalıyor, başka bir şeyle ilgilenmek zorundasın ve hala hikayeden kopmamak zorundasın. Bu da televizyon senaryosunu yazanın, yönetmenin görevi, onu kopartmamak. Çünkü rakip var. Bir de sinema salonunda uzaktan kumanda yok. Mesela sinema salonuna verelim uzaktan kumandayı ne olacak bakalım? Değiştirebilse filmi seyirci. Dizilere karşı bir elitist, yukarıdan bakma durumları var insanların ama hiç öyle değil. Çok zor, olağanüstü bir başarı var orada. Şöyle düşünün: Bir hikaye kuruyorsunuz, bir milyar insan seyrediyor, bu muhteşem bir şey bence.

Barışkan Ünal: Bu açıdan baktığımızda biraz dizinin dili de evrensel olmuş oluyor.

Birol Güven: Evet, evet. Hikayeler anonim zaten. Yani herhangi bir, hani Türk kültürü dediniz ya, ben herhangi bir ülkede çekilmiş olabileceğini düşünüyorum. Türkiye’yi çok yansıttığını düşünmüyorum, melodram olduğu için. Mesela gündelik hayat yoktur dizilerde. Gündelik hayatı biz yapıyorduk. Benim yaptığım gibi diziler gündelik hayat dizileriydi ama rekabet etme ihtimali yok gündelik hayatın.

“(Kötü kadını diziye ekleme) 75 bölüm falan daha devam etti dizi”

Barışkan Ünal: Neden? Gündelik hayat da evrensel değil mi komedi unsuru dışında?

Birol Güven: Bizim seyircimizin bile ilgisini çekmiyor. Şöyle bir şey anlatayım. “Çocuklar Duymasın”ın son dönemlerinde reytingler düştü. Kanal yöneticileri dedi ki bitirelim. “Tamam, bitirelim. Ama aklımda bir şey var. Bana bir bölüm müsaade edin” dedim. “Onu deneyeyim, bakalım ne olacak”. Bir şey de denemek istiyordum. “Tamam, bir bölüm, ne olacak deneyelim” dediler. Biz diziye bir tane Tutku adında bir kadın soktuk, kötü bir kadın. Haluk’a aşık oldu ama Haluk aşık olmadı ona. Kötü kadın böyle bir takıldı. Biz ondan sonra, yanlış söylemeyeyim 75 bölüm falan daha devam etti dizi.

Barışkan Ünal: Komediden melodramaya geçince tuttu?

Birol Güven: Hatta çok ilginç bir mail atmış bir seyirci. Bana diyor ki, “Birol Bey, şu nokta nokta kadını çıkarın, ben ‘Survivor’ seyretmek istiyorum.” Yani gündelik hayat “zapping”de kolay vazgeçilebilir bir şey. Gerçekten gündelik hayat dizilerinde bir şey olmuyor ki. Herkesin ölüp bittiği “Seksenler” haber önünde yayınlandı. Rekabet edemedik. Çünkü rakibimizde neler oluyor, buraya bir bakıyorsun, bizim dizide işte eve telefon faturası gelmiş, bu kadar konuşulur mu diye büyük bir tartışma var. Öbür kanala bir geçiyorsun, işte entrika falan. Yani nasıl rekabet edeceksiniz. O yüzden şu anda Türkiye’de hiçbir tane bile gündelik hayat dizisi yok. Kanal yöneticileri artık yurt dışına sattıramayacağımız diziler yapmak istemiyoruz diyor.

“Kanallarımız çok deneysel, yapılmamış bir şeyi denemek istemiyorlar”

Barışkan Ünal: O zaman siz de yeni bir dizi senaryo yazsanız, tarz mı değiştirmeniz gerekecek?

Birol Güven: Ben çok isterim ama beceremiyorum. Benim de başka bir numaram yok, ben de sadece gündelik hayat yazabiliyorum. O dizileri yazabileceğimi zannetmiyorum. Yani yazmam demiyorum, öyle bir yeteneğimim olduğunu düşünmüyorum.

Barışkan Ünal: Aklınızda dizi var mı? Bir gelecek hikayesi düşünüyordunuz.

Birol Güven: Arkadaşlarla birlikte güzel bir gelecek yazdık 2040’larda geçen bir hikaye. Onu o zamanlar birkaç kanala götürmüştük. Çok fazla yaratıcı buldular. Aslında bizim açık kanallarımız çok deneysel, yapılmamış bir şeyi de denemek istemiyorlar. Biz onu yapamadık. İyi ki de yapamamışız.

Barışkan Ünal: Neden?

Birol Güven: Ben 2017 yılında yazmıştım. 2040’ta olacağını düşündüğüm her şey 2020’de oldu. Rezil olacaktık. Gelecekle ilgili arkadaşlar, tahminlerinizi hep bir 10 yıl öne alın. Yani ne olacak diyorsanız onu hep 10 yıl öne alın. Gelecek bizim zannettiğimizden çok daha hızlı geliyor. Şöyle devrim niteliğinde şeyler var. Bizim şu anda yaşadığımız her şeyin nedeni 4G. Biz 4G’den sonra çok büyük bir değişim yaşadık; görüntülü konuşmaya başladık, sosyal medya 4G’den sonra oldu, Facebook’lar, yani aklınıza gelen bütün mecralar. Şimdi 5G geliyor. Şimdi her şey yeniden hesaplanacak. 5G demek otonom demek. Yani sürücüsüz arabalar girecek hayatımıza, belki seneye yani.

“Dijital platformlar da mecradır, hiçbir şeyi değiştirmez, inşallah kaliteyi artırır”

Seyirci sorusu: Teknolojinin gelişmesiyle son dönemde ciddi bir meydan okuma var, hem dizilere hem sinema sektörüne. Bunlar da dijital platformlar. Siz dijital platformları nasıl değerlendiriyorsunuz, Türk dizi ve film sektörünü nasıl etkiliyor?

Birol Güven: Ben meydan okuma olarak görmüyorum, bunların hepsinin beslendiği yer sinema. Biz ne öğrendiysek sinemadan öğrendik. Bütün deneyler, anlatı biçimleri sinemada gelişiyor, sinema yoksa bırakın dijital platformları, TikTok videosu çekemezsiniz. Bugün insanlara romantik bir akşam yemeğini anlatın deseniz anlatacağı her şeyi bir filmde görmüştür büyük ihtimalle. Her şeyi biz oradan öğrenmişizdir. Mafya dediğiniz şey, “Baba” filminden önce öyle giyinmiyormuş, bizim hayatımızı…

Dijital platformlar da mecradır, hiçbir şeyi değiştirmez, inşallah kaliteyi artırır. Bu tarafta da güzel gelişmeler oluyor. Genel Müdür olunca öğrendim, Fransa’nın Lille kentinde bir televizyon marketi var. Burada sadece mini diziler alınıp satılıyor, mini diziler festivali. Benim çok hoşuma gitti, büyük ihtimal önümüzdeki yıl Türkiye’deki iyi mini dizileri oraya götürüp hem markete sunacağız hem yarıştıracağız, büyük ihtimal ödül de alırız, çünkü dizide güçlüyüz. Ben renklilik, sektörümüzü büyüten bir şey olarak da görüyorum. Sinemacılar için de yeni çalışma alanı; ister film çekin isterseniz açık kanallara bizim geleneksel diziler çekin, tahminim 5-10 yıl daha dünyada bizim geleneksel dizilerimiz devam edecek, dijital platformlara mini dizilerde çok iyiyiz. İnanılmaz bir jenerasyon oluştu, çok hızlı ve çok iyi çekiyorlar. Dizi sektöründe çalışıyorlar ama hepsinin amacı sinema filmi çekmek. Mini diziler de dijital platformlarda sinemaya giden yolculuğumuzda başka adım olacak. Çok güzel bir gelişme olarak görüyorum. Bir de endüstriyi büyütüyor. Bu sektörde gelişen arkadaşlar için iyi bir şey.

“Size yepyeni, büyümekte olan bir mecra söyleyeyim, dikey diziler”

Birol Güven: Şimdi size bir tane yepyeni, büyümekte olan bir mecra söyleyeyim, dikey diziler. ABD’de başladı. Yeni jenerasyon giderek daha kısa dizi seyretmek istiyor ya, birer dakikalık dizi çekiyorlar. Yakında dikey dizi festivalleri, yarışmaları başlayacak. Bunları kim destekliyor, telefon şirketleri dünya para dağıttılar. Onlar da dizi seyircisini yataya kaptırmak gerekiyor.

Seyirci: İlk sorum Sinema Genel Müdürlüğünüzle bağlantılı. Dikey diziler, yapay zeka oyuncuları ve dijital platformlarla ilgili yeni mecra türlerinde bir fon destekleme düşünüyor musunuz? İkincisi dikey dizide karakterin iç dünyasını anlatmak çok zor. Bu konuda senarist olarak sizin tavsiyeniz var mı?

Birol Güven: Sinema Genel Müdürlüğü olarak mecralarla hiç ilgilenmiyoruz. Yani bu bir destek verirken bunun nerede yayınlanacağının peşinde değiliz. Bizim bütün hayalimiz beyaz perde. Onu olabildiğince yaşatmak. Biz yasamızda var ama dizilere destek vermiyoruz. Vermeme nedenimiz dizi sektörü kendi ayaklarının üstünde duruyor, paraya ihtiyacı yok. Bu platformlar çok para dağıtıyor zaten. Açık kanallar da çok para dağıtıyor.

Sinema gerçek değil, kurmaca ama kim söylemiş bunu çok hatırlamıyorum ama çok güzel bir laf var; sinema salonunda yaratılan her şey gerçek, bütün duygular gerçek. Biz sinema salonuna gidip ağlayabiliriz, filmi seyredip ağlayabiliriz. ya metroda dikey dizi seyreden bir çocuk nasıl ağlayacak ki? Ama şimdi 2015 yılından sonra doğan çocuklara sormak lazım ya bunu. Onlar çok seviyor.

“(Yapay zeka ile) Yapamadığımız filmleri yapacağız”

Barışkan Ünal: Bir röportajınızda “Yapay zeka çağında güçlü bir devlet için güçlü sinema lazım.” diyorsunuz, bunların hepsi o güçlü sinema için atılması gereken veya atılabilecek adımlar.

Birol Güven: Tabii, 21. yüzyılda güçlü bir devletten bahsediyorsak, sineması güçlü olmayan güçlü devlet yok.

Seyirci sorusu: Dizilerin ve filmlerin artık yapay zeka katkısıyla yapıldığına ve bunun gitgide ana akım olacağına dair bir kehanet var. İkinci olarak bizim dizi ve filmlerimizin “remake”inin (başka ülkede yeniden çekilmesi) yapılmadığı yorumları var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Birol Güven: Bizim bütün dizilerimizin “remake”i yapılıyor, hatta Türkiye’de çekiyorlar. Birçok ülkenin oyuncuları Türkiye’ye geliyor, aynı metinleri çekiyor ve mesela Suudi Arabistan’da yayına giriyor. Ama bu iyi bir şey mi bilmiyorum. Dizilerimizin “remake”nin orada yapılması endüstrimiz açısından tartışılır. “Remake”lerimiz illa yapılacaktır çünkü bu kadar yüksek üretim olunca, çok iyi hikayeler de yakaladığımız zaman “remake”leri yapılacaktır.

Yapay zeka bizim işimizi elimizden almayacak ama yapay zekayı iyi kullanan biri işimizi elimizden alacak. Dahası yapay zekayı iyi kullanan sektörümüzden olmayan birisi de işimizi elimizden alabilecek. Yapay zekanın aslında en büyük tehlikesi bu. Yapay zekayı kullanarak bir senarist senaryo yazabilir ama yapay zekayı kullanarak bir doktor da senaryo yazabilecek.

Bence yapay zeka muhteşem bir şey ve bizim kapasitemizi artıracak. Doktorun, mühendisin, habercinin, en çok da sinemacının kapasitesini artıracak. Muhteşem bir asistan o. Film yapmayı kolaylaştıracak, ucuzlaştıracak. Yapamadığımız filmleri yapacağız. 2040’lar senaryosunu yapamadım, o zaman 2040 model buzdolabı yok, markaları dolaştık yok. Şu anda yapay zekayla yapılabilir.

“(Yapay zekayı) Kameradan farklı görmüyorum”

Birol Güven: Film yapmak için iki şeye ihtiyaç var. Biri bilgi. Bilgi çok önemli değil, yapay zekadan filmin nasıl yapılabileceğini öğrenebilir herkes. İkincisi dert. Dert konusu işin içine girdiği zaman, insan faktörü hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Bu aletlerin derdi olamaz herhalde. Yapay zekanın travması, trajedisi ne olabilir, trajedisi, travması olmayanın sineması olmaz. Derdi olmayanın da sineması olmaz. Dolayısıyla yakında yapay zekayla yapılmış filmler festivali yapacağız, bunların birincisini, ikincisini seçeceğiz, kime vereceğiz bu ödülü, kim alacak bu ödülü? Bir insan alacak, büyük ihtimal bütün yarışmacılar aynı yapay zekayı kullanacak.

Ben karikatürize ederek söylüyorum; kameradan farklı görmüyorum. Dünyanın her setinde aynı kamera kullanılıyor ama aynı film çekilmiyor. Yapay zeka da böyle bir şey. Belki aynı “prompt”ları yazacağız ama farklı filmler ortaya çıkacak. Bence yapay zeka içimizdeki derdi beyaz perdeye aktarmanın bir yolu olacak. Volkan Konak diyor ya “Herkesin bir derdi var durur içerisinde”. Belki de yapay zeka içimizdeki derdi alıp beyaz perdeye yansıtacak.

“Herkesin derdi aynı: O da varoluşuyla ilgili, ölümüdür”

Barışkan Ünal: Diğer konuklarımıza da benzer soruyu sorduk sayın yönetmenler Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu’na. Üç binden fazla dizi senaryosuna imza atmış bir insansınız, sizin senaryo yazmaktaki “derdiniz” nedir?

Birol Güven: Şimdi şöyle, hiç kimse yazarken derdini bilmez. Büyük sanatçılar, ressamlar da nasıl yaptığını, neden yaptığını anlatamayabilir. Bu bilinçli bir dert olabilir, bilinç dışında olabilir dert. Şimdi geriye dönüp bakabiliriz, “ya benim derdim neymiş” diye. Ben bu soruyu kendime sordum. Daha önceden sordum. Biraz cevaplarını ben “Mandıra Filozofu”nu da ben yazdım, orada buldum. İnsanın bence bir tane derdi var, herkesin derdi aynı: O da varoluşuyla ilgili, ölümüdür. Biz öleceğimizi bilen insanlarız. Bizim bütün derdimiz ölümün bize sunduğu, işte ne diyelim, yani dert çok güzel bir şey çünkü…

Barışkan Ünal: Ölüm karşısında nasıl yaşamak?

Birol Güven: Evet. Yani belki işte Nietzsche’ye göre insanın derdi güç, Freud’a göre haz, İslam tasavvufuna göre bir uyanış. Belki filmleri bu uyanış için çekiyoruz. Yani ben bu sorunun cevabı olabileceğini düşünmüyorum ama bir cevap arıyorsak bunu varoluşta, ölümde aramız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Allah “spoiler” vermiş. Final belli. Yani Allah finali söylemiş bize ve demiş ki “Final belli, hadi gidin yaşayın.” Bu çok büyük bir trajedi.

Barışkan Ünal: Epik bir yolculuk. Kahraman yolculuğunda belli son, sadece macerayı nasıl yaşayacaksın?

Birol Güven: “Titanic” gibi. Titanic’in batacağını hepimiz biliyorduk ama gidip seyrettik. Demek ki finalle ilgili bir şey değil. Finali biliyoruz zaten. Onunla nasıl mücadele edeceğiz? Bir şekilde bence sinemacının derdi değil bu. Belki psikologların, diğer bilim alanlarının… O yüzden film eleştirisi diye bir şey var, o yüzden eleştirmen bizi inceleyebilir. Benim başıma geldi. Ben yine o cahiliye döneminde “Çocuklar Duymasın”da ama nasıl izleniyor biliyor musunuz? O kadar izleniyor ki 76 “share”, 30 reyting alıyor, Türkiye’deki herkes seyrediyor gibi aşağı yukarı. Beni Boğaziçi Üniversitesi’ne davet ettiler. Nüket Sirman Hoca, antropoloji bölümü. Bir gittik, beni yemeğe götürdüler. Sosyoloji bölümünden, psikoloji bölümünden, felsefe bölümünden hocalar dediler “Birol, sana bir şey anlatacağız ama anlatacaklarımızı unutman lazım. Unutmazsan yazamazsın.” Benim yazdığım “Çocuklar Duymasın”ı bana anlattılar. Ben neler yapmışım. Hiç alakası yok yani. Dedikleri, ya bence o günkü dünya görüşüm ama onlar okumuşlar. Yani benim hayata bakışımı, kadın erkek ilişkilerini, neler, neler! Mesela ben “Çocuklar Duymasın”da erkek her zaman üst sınıftan bir kadınla evlenmek istermiş diye yazmışım. Ama ben yazarken öyle yazmadım.

Can Barslan, karikatürist anlatmıştı bana. Mimar Sinan Üniversitesi’ne davet etmişler. Karikatürünü koymuşlar ekrana. Demişler ki, işte orada kaplumbağa, otomobil. 45 dakika arabayı konuşmuşlar. Burada işte yazar, çizer, proletaryanın halk arabası, Almanya’da vs. Can, “Ben başka araba çizmesini bilmiyorum.” diyor. Çok güzel bir konu bu tabii, bilinç dışını analiz ediyor.

Barışkan Ünal: Çünkü bir film çekilirken siz senaryosunu yazıyorsunuz ama o sinematografiyle, oyuncularla bir araya geldiğinde, dönemin koşullarıyla birleştiğinde ilk yazılandan çıkıp farklı bir bağlama da oturuyor, çoklu okumaya götürüyor.

Birol Güven: Evet evet, yani birçok şey böyle tevafuk oluyor, o geliyor, bu geliyor. Ama karşıdan görünüşü bambaşka oluyor tabii.

“Çocuklar Duymasın”ı pandemide yazmayı çok isterdim

Barışkan Ünal: Siz Mandıra Filozofu’ndan bahsetmişken “Tekrar yazabilsem onu tekrar yazardım” dediniz bir röportajınızda, neden?

Birol Güven: Bende şöyle bir şey var, bu bende bir eksiklik de olabilir. Ben yaptığım hiçbir şeyi beğenmiyorum. Hiçbir şeyle gurur duymuyorum. Seyredemiyorum bir kere, kendi yazdığım hiçbir şeyi seyretmiyorum. Şimdi eski dizilere bakıyorum, yeni yeni alışmaya başladım, “Ayrılsak da Beraberiz”e. Tam okullarda okutulacak bir dizi, her şeyi yapmışız, saçma sapan bir dizi, çok absürt olmuş.

Barışkan Ünal: Hatırlıyorum, o dönem için keyifli bir diziydi.

Birol Güven: Çok güzeldi, insanlar onu çok seviyordu. Ben de çok seviyorum. Ama genel olarak ben böyle yaptığımda gurur duyan birisi değilim. “Çocuklar Duymasın”ı bugün yazsam başka yazarım. “Mandıra Filozofu”nu şimdi yazmayı çok isterdim. “Çocuklar Duymasın”ı pandemide yazmayı çok isterdim. Dedim Allah’ım keşke şu dizi pandemide devam etseydi. Çünkü ben şunu çok seviyorum; dar alanda bir şey yapmak, hani dışarı çıkamamak, sıkışmak. O benim yaratıcılığımı çok arttırıyor.

“Cezai şart vardı 4,5 milyon dolardı, o hafta kaseti yetiştiremezsek, o benim zihnimi açıyordu”

Barışkan Ünal: Peki senaryolarınızı yazarken sizin bir çıkış noktanız var mı? Önce bir tema mı aklınıza geliyor, bir karakter, bir olayla karşılaşıyorsunuz, bu mu size ilham veriyor?

Birol Güven: Samimi bir şey söyleyeyim, ben bir ara dört dizi yapıyordum. Hepsinde de yazar olarak katkım vardı. “Çocuklar Duymasın”, “Ayrılsak da Beraberiz”, “En Son Babalar Duyar”, “Kadın İsterse”. Hepsini yazıyorduk. Bir röportajda bana sordular “Nasıl bu kadar yazabiliyorsun?” Ben o zaman şey demiştim, “Sözleşmem var, yazmak zorundayım.” Ciddi söylüyorum. Cezai şart vardı, 4,5 milyon dolardı, eğer o hafta kaseti yetiştiremezsek. O benim zihnimi açıyordu.

“Yazmak için mutlaka bir tespitte bulunmak gerekiyor”

Barışkan Ünal: Pratik de şöyle bir şey yapıyordum. Yazmak için mutlaka bir tespitte bulunmak gerekiyor. O bir gazeteden, haberlerden bir şey olabilir. Bir yerlerden mutlaka bir şeyler yakalamam gerekiyor. Mesela Haluk’un kızı dövme yaptırmak istiyor, “piercing”… O öyle küçük bir şey. Bazı toplantılar yapıyorduk o zaman, senaryo toplantıları. Ben arkadaşlara diyordum, bana hikayeler buluyordu arkadaşlar. Diyorlardı ki, “Şöyle bir şey yapalım.” Ben diyordum “Yok o sadece filmlerde olur.” Halbuki biz de bir film yapıyoruz.

Ben gerçek hayatı çok seviyorum. Gerçek hayat kadar ilginç, gerçek hayat kadar komik, heyecan verici bir şey yoktur. Öyle bir güzel bir şey yazalım ki, hiçbir şey senarist istedi diye olmasın. Şu anda da ben kuruldayım. Bütün senaryoları okuyorum. Şöyle bir takıntım var. Olaylar gerçekten olması gerektiği, olduğu için mi oluyor, senarist istediği için mi oluyor? Bizim genelde senarist istediği için olur. O oradan gelir, o olmayacak şeyler olur ama senarist öyle yazmıştır, öyle olur.

Barışkan Ünal: Hep senaryo yazdınız, yapımcılık yaptınız, hiç kendi senaryolarınızı yönetmeyi düşünmediniz mi?

Birol Güven: Düşünmedim. Denedim, hiç bana göre değil. İki şey bana göre değil. Bir tanesi yönetmenlik. Gerçekten öyle bir özen ve sabır yok. Çok ışık bekliyorlar. Sete gitmeyi de sevmiyorum. Sette bir kere ne zaman gitsem sessiz ol diyorlar. Hani sessiz olman gerekiyor. Işık, ışık, ışık… Kendimi orada özensiz buluyorum, beceremeyeceğimi düşünüyorum. Sinema aslında kompozisyonların kompozisyonu. Çok zor bir şey aslında. Her sanat bir kompozisyon. Müzik, resim, aksiyon. Sinema kompozisyonların kompozisyonu. Bunu sağlayan kişi de yönetmen, orkestra şefi. Benim öyle bir yeteneğim olduğunu düşünmüyorum.

(Bitti)

Kaynak: AA / Barışkan Ünal – Güncel

About The Author